DALIŞIN TARİHÇESİ
Dalıcılar, yüzyıllardır çağdaş dalmayla aynı amaçla yani, yemek, hazine arama, askeri operasyon, bilimsel araştırma ve tarama ve sualtı dünyasının keyfini çıkarma gibi amaçlarla okyanuslara dalmışlardır. Dalmanın kısa tarihinde, Bachrach (1982) dalma tarihindeki beş ana dönemi serbest dalış, çanlı dalış, su üstü destekli ya da başlıklı (sert başlıklı) dalış, SCUBA dalış ve son olarak sature dalış olarak belirlemiştir. Tüm bu dalma biçimleri halen kullanımdadır.
Serbest dalış (Nefes tutma)
Serbest dalma ya da nefes tutma dalışı, tüm dalma tekniklerinin en eskisi olup yemek ve hazine aramada tarihi bir rol oynamıştır. Kore`li ve Japonya`lı Hae-Nya ve inci avcıları nefes tutan dalıcıların arasında daha iyi tanınmaktadırlar. `Yarım Mil Aşağıda` isimli kitabında Beebe (1934), Mezopotamya`da arkeolojik bir kazı yapılırken MÖ 4500 yılına kadar uzanan birçok sedef kakmanın bulunduğunu belirtir; bu kabuklar dalıcılar tarafından toplanmış sonra da dönemin sanatkârları tarafından işlenip kakmaya dönüştürülmüş olmalı. Beebe ayrıca, eski kültürlerden insanların inci kabuklarının (midyelerin) ne denli çok kullanıldığını da anlatır.
Örneğin Çin İmparatoruna MÖ 2250 yılında bir inci armağan edilmiştir. Yunanlı tarihçi Thucydides`in belirttiğine göre serbest dalıcılar askeri operasyonlarda da kullanılmıştır. Thucydides`e göre Atina`nın bir Siraküs saldırısı sırasında Atinalı dalıcılar, Siraküs`lülerin Yunan gemilerini engelleyip zarar vermek için yerleştirdiği bariyerleri kesmişler. Serbest ya da nefes tutan dalıcılar, su altında daha uzun süre kalabilmek için bazen içi boş kamışları nefes tübü gibi kullanmışlardır. Bu ilkel tip şnorkel askeri operasyonlarda yararlı olmuştur. (Larson 1959)
Serbest dalma, halen sportif amaçlarla uygulanmaktadır. Bir çalışma metodu (ve eğlence metodu) olarak serbest dalmanın avantajı, dalıcının hareket etme ve manevra özgürlüğüdür, en büyük dezavantajı ise şnorkelden ya da tüpten alacağı ve tutacağı soluk kapasitesinin sınırlı oluşudur. Modern şnorkel nefes tutularak dalmada bir yardımcıdır ancak sürekli bir hava desteği sağlamaz zira aşağı inerken içine su dolacağından su yüzeyine çıkıp boşaltılması gerekir.
Dalış çanı
Tarihi ana dalma biçimlerinden ikincisi çanlı dalmadır. Bir dalıcının bir miktar korumalı ve hava desteği sağlayan bir cihazla suya girmesinin ilk kayıtları Büyük İskender’in MÖ 330 yılında dalışında kullandığı Colimpha çanına işaret etmektedir. 1575`te Hintli bir sanatçının minyatüründe resmedilmiştir. Bu dalma aletinin tanımı, `İskender`in Gerçek Tarihi` isimli 13. YY Fransız belgesinde yapılmaktadır.
`Problernata`sında Aristo, kendi zamanında kullanılan dalma sistemlerini şöyle tarif eder: `dalıcılar için bir nefes alıp-verme yöntemi buldular, onlara bir kap gönderiliyordu, tabii bu kap suyla değil havayla doluydu ve doğal olarak aşağıdaki adama yardımcı oluyordu`.
Bu dönemi izleyen 1000 yılda dalmada çok az gelişme oldu. Ancak 1535 yılına gelindiğinde Guglielmo de Lorena gerçek bir dalma çanı olarak tanımlanabilecek gereci geliştirdi. Davis (1962) Roma yakınında bir gölde Lorena`nın dalma cihazını omuzlarında taşıyan ve ağırlığın büyük kısmı askılarla desteklenen Lorena çanını kullanarak yaklaşık bir saat sualtında çalışan bir dalıcıdan söz eder. Böylece Lorena `çanı` kısıtlı ama güvenilir bir hava kaynağı sağlamıştır.
1691`de İngiliz astronom Sir Edmund Halley (Royal Society`nin başkanıyken) günümüz çanının atası sayılan bir alet yapıp patentini aldı ve bunu daha sonra Society`ye bir raporunda tarif etti. Sir Edmund`un tarifindeki çan, kurşunla kaplı ahşaptı, yaklaşık 50 fit küp (1.7 metreküp) hacmindeydi ve ışığın girebilmesi için tepesinde cam vardı ayrıca havalandırma için 1-1 vana ve temiz hava sağlayan bir varil vardı. Dalmanın kendi tarihinde Davis (1962) Halley`in Fransız fizikçi Denis Papin`in belirttiği gelişmeden haberinin olduğuna işaret eder.
Papin 1689`da su üstünden dalma çanına basınçlı hava vermeyi öngören bir plan önermişti (görünüşe göre ilk). Papin, çanın içine hava göndermek ve sabit bir basınçta tutmak için güç vanaları ya da körük kullanmayı önermişti. Davis`in varsayımına göre, depolamanın güçlendirilmiş hava metoduna karşın Halley`in varili seçmesi, Papin`in (o da Royal Society`nin bir üyesiydi) kendisini hırsızlıkla suçlayacağı endişesinden kaynaklanıyordu.
Başlıklı (Miğferli) dalma
İlk dalma çanları, her ne kadar bir miktar koruma ve hava desteği sağlamışsa da dalıcının hareketlerini kısıtlamıştır. 17.ci ve 18.ci yüz yıllarda, (genellikle deriden yapılmış) birçok cihaz dalıcılara hava sağlamak ve daha fazla hareket olanağı vermek için geliştirildi. Ancak bu cihazların çoğu başarılı değildi çünkü dalıcıya hava vermek için su yüzeyinden aşağıya sarkıtılan uzun borulara gereksiniyor, böylece derindeki basıncı eşitleme sorununu halletmiyordu.
Su yüzeyinden destekli dalma tekniği gelişiminin ilk gerçek adımı, Fransız bilim adamı Freminent tarafından atıldı. Freminent, havanın yüzeyden körükle basıldığı, sudaki dalıcıya bir hortumdan sürekli hava verilmesinin sağlandığı bir sistem tasarladı. Bu sistem, bir çokları tarafından ilk başlıklı-hortumlu dalma cihazı olarak anılır. Freminent 1774`te kendi cihazıyla 50 fite (15 metreye) dalarak orada 1 saat kalmasıyla ünlüdür.
Su üstü destekli dalma sistemlerinde yapılan ilk önemli çıkış Augustus Siebe`nin 1819`da dalma giysisini buluşudur. Ayni tarihlerde Deane Kardeşler, John ve Charles, itfayecilerin yangın olan binada çalışmalarını sağlayacak bir `duman aleti` giysisi tasarımı üstünde çalışıyorlardı. Bu sistemin patentini 1823`te aldılar ve daha sonra bunu `Deane`nin Patent Dalma Kıyafeti` olarak değiştirdiler. Bu giysi, su yüzeyinden verilen hava için port ve hortum bağlantılarını haiz ayrı başlığı olan koruyucu bir giysiden oluşmaktaydı. Siebe`nin dalma giysisi, yakaya sabitlenmiş metal başlığı olan bele kadar inen bir ceketten ibaretti. Dalıcılar, basınç altında havayı yüzeydeki güç pompasından alıyor, hava da özgürce dalıcının belinden dışarı kaçıyordu. 1837`de Siebe, belden hava kaçıran bu açık giysiyi değiştirip kapalı tip giysi haline getirdi. Kapalı giyside başlık duruyordu ama hava bir vana aracılığıyla verildiğinden dalıcıya tüm vücudunu saran hava geçirmez bir giysi giydiriliyordu. Bu giysi modern sert başlıklı dalma takımına temel oldu. Siebe`nin dalma giysisi, Ingilizlerin 1782`de 65 fite (19.8 metre) batmış Royal George gemisini çıkarma çalışmalarında test edildi ve başarılı bulundu (Larson 1959).
Miğferli gereçte, karma soluma gazlarının özellikle helyum-oksijenin gelişiminin olduğu 20.ci yüzyıla kadar belli başlı bir gelişme olmadı. 1939`da denizaltı USS Squalus`un çıkarılması sırasında helyum ve oksijenin, soluma karışımı olarak kullanımı belli başlı ilk açık deniz kullanımıdır. Sert başlıklı yüzeyden beslenen dalma tekniği belki de hala en çok kullanılan ticari dalma metodudur. Heliox karışımlarının kullanımı ve gelişmiş dekompresyon masalarının gelmesi, dalıcının bu giysiyle derinde çalışma kapasitesini arttırdı. Stabilite, hava stoğu ve çalışma uzunluğu açısından yüzeyden destekli dalma sistemlerinin avantajları varsa da sert başlıklı gerecin belirgin bir sorunu var; dalıcının hareketini ciddi biçimde engelliyor. Bu kısıtlamalar, kendine yeterli sualtı soluma cihazının (Scuba) gelişimiyle bazı dalma biçimleri için ortadan kalkmıştır.
Scuba Dalış
Başlıklı dalgıcın sınırsız hava desteğine oranla sınırlı bile olsa, taşınabilir sualtı soluma cihazının gelişimi, dalgıca, taşınabilir bir hava desteği ile dolaşabilmesini getirdi. Scuba dalışı rekreasyonel dalışlarda en çok kullanılan yöntem olup ayrıca birçok şekilde, askeri, bilimsel ve ticari amaçlarla da yaygın olarak kullanılmaktadır.
Başarılı bir kendine yeterli sualtı sisteminin gelişiminde birçok adım vardır. 1808`de Friedrich von Drieberg, dalgıcın sırtında duran ve su üstünden basınçlı hava veren bir-kutuda-bir-ses cihazını icat etti. Triton denen bu cihaz, aslında hiç çalışmadı ama dalmada basınçlı havanın kullanılabileceği fikrinin doğmasına yaradı. Aslında bu fikir, 1716’da Halley tarafından fark edilmişti. 1865`te, iki Fransız mucit, Rouquayrol ve Denayrouse, kendine-yeterli olarak tanımlanabilecek bir giysi geliştirdiler. Aslında bu giysi kendine yeterli olmayıp dalgıcın sırtında taşıdığı ve istenildiğinde bir-nefes döngüsü sağlayacak olan ve su-üstü hava rezervuarından desteklenen bir başlıktan ibaretti. Bu talep valfı regülâtörü, su-üstü donanımla çok kullanıldı çünkü yüksek basınçlı havayı idare edecek yeterli güce sahip tank henüz yoktu.
Bu sistemin otomatik olarak kontrol edilen talep valfı, dalgıca acil durumda bir nefeslik hava alma şansı vermesi bakımından önemli bir yenilikti. Rouquayrol ve Denayrouse`un cihazı, mucitlerin cihazı halka tanıttıktan yalnızca 4 yıl sonra 1869`da yazılan Jules Verne`in klasiği, Denizler Altında Yirmi bin Fersah`ta dikkat çekici bir doğrulukla tanımlandı (Larson 1959).
Bu talep valfı, Scuba cihazının bir şeklinin daha sonraki gelişiminde önemli bir paya sahiptir. Ancak, dalgıçların scuba cihazı ile nefes verirken havayı suda dışarı verdiklerinden epey bir hava kaybediliyordu. Bu sorun Ingiliz bir tüccar -denizci olan Henry Fleuss tarafından 1879`da çözüldü. Fleuss, nefes almak için, 450 psi`ye sıkıştırılmış saf oksijen, verilen nefesi temizlemek için de kostik potaş kullanan bir kapalı devre nefes cihazı icat etmişti. Heuss`un `kapalı devre oksijen-soluma SCUBA`sı, Ingiliz dalgıç Alexander Lambert tarafından 1880`de çok önemli bir sınavı başarıyla verdi: Lambert Severn nehrinin altında tümüyle su altında kalmış bir tünelde açık olarak sıkışmış bir demir kapağın gerekli tamirlerini yaptı. Her nekadar Fleuss`un nefes cihazı bu sınırlı uygulamada başarılı olmuşsa da saf oksijen kullanımıyla ilintili derinlik sınırlamaları, solunum karışımı olacak basınçlı havaya dikkatleri çekmiş oldu.
1920`de bir Fransız deniz subayı olan Kaptan Yves Le Prieur, kendi vatandaşı Fernez ile birlikte 1926`da alacakları patentle sonuçlanacak olan kendine yeterli hava dalma cihazı üzerinde çalışmaya başladı. Bu cihaz, dalgıcın sırtında taşıdığı bir çelik silindir ve ağızlığa bağlı bir hava hortumuydu. Dalgıç burun mandalı ve hava geçirmeyen gözlük takıyordu. Kuşkusuz bu gözlük koruyucuydu ama basınç dengelenmesine izin vermiyordu. Ferniez-Le Prieur`ün ilk modelindeki silindir yaklaşık 2000 psi hava kapasiteliydi ve kullanıcının 15 dakikadan daha az süre su altında kalmasını sağlıyordu. Daha sonraki geliştirilmiş modeller, dalgıcın 23 fitte (7 metrede) 30 dakika veya 40 fitte (12 metrede) 10 dakika kalmasına yetecek donanımdaydı. Le Prieur`un cihazının ana sorunu, sürekli bir hava akışını sağlayan (ve kaybını önleyen) talep valfının olmayışı idi.
1943`te, Ferniez ve Le Prieur`ün kendi cihazlarına patent almalarından neredeyse 20 yıl sonra, başka 2 Fransız mucit, Emile Gagnan ve Kaptan Jacques-Yves Cousteau, `su ciğeri`nin tanıtımını yaptılar. Bu cihaz, herbiri 2500 psi kapasiteli iki ya da üç silindirden çeken bir soluma-talep valfı kullanıyordu. Böylece, Rouquatrol ve Denayrouse tarafından 70 yıl önce icat edilen ve havacılıkta da yaygın olarak kullanılan talep regülatörü, nefes alırken kayıp vermeyen (nefes verirken bir miktar hava suya gitse de) kendine yeterli bir soluma cihazında kullanılmış oldu. Bu uygulama, modern açık devre hava scuba gerecinin (larson 1959) geliştirilmesini mümkün kılmıştır.
1939`da Dr. Christian Lambertsen, nötr duruşlu sualtı yüzme için üç tane patentli oksijen soluma cihazı serisini geliştirmeye başladı. Bunlar daha sonra çok sayıda dalgıcın başarıyla kullandığı ilk kendine yeterli sualtı soluma cihazı oldu. Lambertsen Amfibik Soluma Ünitesi(LARU) ABD donanması için kendine yeterli dalışın kurulmasına temel oldu (Larson 1959).
Bu cihaz, kullanıcıları tarafından scuba (kendine yeterli sualtı soluma cihazı) olarak adlandırıldı. Bu üstte taşınabilir cihaz, İİ. Dünya Savaşında Italya, Amerika, ve Ingiltere ordularınca kullanıldı ve halen de etkinlikle kullanlmaktadır. Eldeki havanın boşa gitmesini engelleyen soluma prensibi, derinliğin ve saf oksijen alma süresinin geçerli limitlerin ötesine kullanılmasını arttırmak için hava karışımının (nitrojen ya da helyum-oksijen karışımları) kullanımını getiren scuba biçimlerini kapsayacak şekilde büyütüldü (Larson 1959).
Dalmada harekete ilişkin önemli bir gelişme Fransa`da 1930`larda gerçekleşti. Komutan de Carlieu, 1680`de Borelli`nin tasarımı pençe-benzeri paletlerinden sonra ilk kez üretilen bir çift palet geliştirdi. Le Prieur`ün tankları, gözlükleri ve burun mandalı ile birlikte kullanıldığında De Carlieu`nün paletleri, suya bir çanın içinde ya da sert başlıkla dikey olarak indirilmek yerine dalgıçlara gerçek yüzücüler gibi suda yatay hareket olanağı verdi. Basınç eşitlediği kadar daha iyi bir görüş de sağlayan tek lensli yüz maskesinin sonraki kullanımı, dalış cihazının rahatlığını ve dalma alanını da arttırmıştır.
Böylece, scubanın gelişimi, dalgıçlara sunulan sistemlere, kullanılacak araç olarak önemli bir katkı sağlamıştır. Bu yöntemle dalgıçlar, daha özgürce dolaşabilmekte, daha derine daha üzün sürelerle inebilmekte ve yıpratıcı destek teçhizatına çok daha az gereksinim duymaktadırlar. Scuba ayrıca spor dalışı dünyasını da zenginleştirmiştir; dalgıçlar, maskeyle ve nefes tutup dalmanın ötesine geçip daha uzun süreyle daha derinlere inebilmektedirler.
Satürasyon dalışları
Her ne kadar su üstü destekli dalışın gelişimi dalgıçların su altında çalışma süresini önemli ölçüde uzatsa da, dalgıçlar bu sistemi kullanarak derin ve/veya uzun dalışlarda epey bir dekomprasyon zorunda kalıyorlardı. Sature dalışların ABD Donanması tarafından 11950`lerde gelişimi ve deniz, sivil hükümetler, üniversite ve ticari laboratuarlarca geliştirilmesi, bilimsel, ticari ve askeri dalışlarda çığır açarak dalgıçların bu metotla ayni süreye oranla dekompresyon zorunda kalmadan su altında 2000 fit (610 metre)`ye eş basınçlarda çalışmalarını sağladı.
Sature dalış, bir dalgıcın dokularının taşıdığı, belirli derinlikte tüm nitrojen veya diğer sabit havayı emdikten sonra doymuş hale geleceği gerçeğinden yararlanır. Yani, doku daha fazla ilave hava ememez. Dalgıcın dokuları tümüyle doyduğunda, dekompresyon için gereken zamanı oransal olarak arttırmadan dalgıç gerektiği kadar saturasyon derinliğinde (veya saturasyon derinliğinden aşağıda veya yukarıda belirli gezme derinliğinde) kalabilir. Sature modda çalışan dalgıçlar, dalma çanı, deniz dibi habitatı ya da kapalı denizaltı gibi basınçlı bir aygıttan yararlanırlar. Bu sualtı aygıtları dalgıçların çalışacağı derinliğin basıncında tutulurlar, bu derinliğe saturasyon veya depo derinliği denir.
Sature dalışın gelişim tarihi, hem teknolojik hem de bilimsel gelişmelere dayanmaktadır. Sature dalgıca destek verecek teknolojiyi geliştiren mühendis, fizyolojist ve diğer bilim adamları, bu modun soluma ve diğer fizyolojik olanaklarını ve sınırlarını tanımladılar. Birçok araştırmacı, saturasyon kavramının gelişiminde önemli rol oynadı ancak New London-Connecticut’taki Amerikan Denizaltı Tıbbi Araştırma Laboratuarı bu alandaki en önemli buluşun sahibi olarak tanınmaktadır. Bu ekip Donanmadan iki dalıcı tıp adamı George Bond ve Robert Workman tarafından yönetildi. Bond ve Workman 1950’lerden 1962`ye kadar oldukça zorlu bir şekilde hayvanlar ve gönüllü insanlar üzerinde testler yaparak saturasyon kavramının geçerliliğini doğrulayan bilimsel kanıtı buldular (Lambertsen 1967).
Satüre dalış sistemleri En erken sature dalma, açık denizde Link grubu tarafından gerçekleştirildi ve dalma ve dekompresyonda dalma çanı kullanıldı. Ilk donanma çalışmalarında deniz tabanına bir saturasyon habitatı yerleştirildi. 1964`te, Edwin Link, Christian Lambertsen ve James Lawtie ilk güverte dekompresyon odasını geliştirdiler. Bu oda sayesinde dalgıçlar kapalı bir çan içinde su üstünde basınçlı bir ortamda saturasyondan yavaş bir dekompresyon için tutulabiliyordu. Sature dalışın bu şeklinin ilk ticari uygulaması, 1965`te Smith Mountain Dam projesindeki personel transfer kapsülünün kullanımı idi. Smith Mountain`da ilk kez denenen teknikler, daha sonra ticari dalışlarda standart uygulama olmuş: su üstündeki teknenin güvertesindeki dekompresyon odasında sature dalgıçlar basınç altında yaşarlar ve daha sonra sualtındaki çalışma yerlerine basınçlı bir personel nakil kapsülü ile (su üstü dekompresyon odası da denir) ile gönderilirler (Larson 1967). Her ne kadar sature dalış sistemleri, günümüz ticari dalışlarında kullanılan en yaygın sistemse de, diğer iki dalma tekniği de saturasyon prensibinden yararlanır.
Habitatlar ve kapalı denizaltılar.
Habitatlar deniz tabanı laboratuar/yaşama alanları olup sature dalgıç bilim adamlarının uzun sürelerle basınç altında çalıştıkları yerlerdir. Habitat dalgıçları su üstünden dalıp habitata girer ya da su üstündeki basınç teknesinde çalışacakları habitatın depo derinliğine eş bir basınca tabi tutulup sonra habitata nakledilirler. Dalgıcın işini bitirmesinden sonra dekompresyon ya deniz tabanında ya da su üstündeki dekompresyon odasında yapılır. En ünlü ve en çok kullanılan habitat, Bahamalar ve Karayipler`de 1972`den 1985`e dek kullanılan ve 9 ülkeden 600 araştırmacıya ev sahipliği yapan NOAA`nın Hidrolabiydi. 1985`te Hydrolab servisten çekildi ve şimdi WashingtonD.C.`deki Smithsonian Enstitüsünün Doğal Tarih Ulusal Müzesinde yerini almış bulunmaktadır.
Kapalı Denizaltılar dalgıç/bilim adamlarının sualtı çevrelerine geçişlerini sağlayan alternatif bir metottur. Bunlar iki amaçlı araçlar olup denizaltı pilotunun/dalgıcın ve personelin yüzey basıncında kalırken (örneğin 1 atmosferlik basınçta), dalgıç-bilim adamının çalışacağı derinlikteki basınca eş bir basınç verilen başka bir odada tutulmasıdır. Böylece kapalı oda, personel nakil kapsülü gibi görev yapmakta ve dalgıcı deniz tabanına/tabanından nakletmektedir.
İnsanoğlu okyanusun derinliklerini M.S. 5. YY’dan beri araştırmakta ve bu bölümde tanıtılan tüm dalma teknik ve sistemlerinin gelişimi onun çevresinin her yerinde üstün gelme dürtüsünü yansıtmaktadır. Deniz biyosferinde daha uzun sürelerle rahatça kalabilmek için metot araştırmaları bugün de sürmekte, mühendisler ve bilim adamları daha güvenli, daha kolay ve daha ekonomik geçişler için birlikte çalışmakta.
Yazı: NOAA El kitabı / Kaynak: Scuba Türk